“Tohum Ek, Vermezse Toprak Utansın”
SELİM BALIKÇI
İki fare bir süt kovasına düşmüş. Farelerden biri bakmış kovadan çıkış yolu yok, belli ki hayattaki son anlarında kendini yormak istememiş. Bırakmış kendini. Diğer fare ise başlamış var gücüyle çırpınmaya. Çırpınmış, çırpınmış ve öyle çırpınmış ki sütün yağı yüzeye toplanmış. İşte o fare de o yağ tabakasından destek almış ve çıkmış kovadan.
Bu hikâye ne mi arıyor burada?
Çünkü ben; hayattaki tüm meselenin aslında kendini bırakan o fare olup olmamaya karar vermek olduğuna inanlardanım. Belki hayat; olmak ve olmamak, çırpınmak ve çırpınmamaktan ibarettir. Hayatın önüne bir şeyler sunmasından veya düşülen kovadan çıkmanın zorluğundan yakınmak yerine, belki de gerekli olan sadece oradan çıkmaya çabalamaktır. Hem belli mi olur, belki de hayatı aslında anlamlı kılan o derin kovalarda takınılan tavırlardır.
Düşen fare de olsa, insan da olsa, belki de önemli olan sadece son nefesini bir şeyler yaparken feda etmektir. Bazı şeyleri de görebilmek için yolu sonuna kadar yürümeye gerek yok. Bu belki bir karakter meselesidir deyip kapatabiliriz konuyu. Ama mesele bunlardan çok daha derinlerde. Yaşayanlardan kazananlardan da bahsetmiyorum ben. Benim bahsettiğim farklı bir şey. Hem de çok farklı. Ağlayarak da olsa, titreyerek de olsa, o olmaz denen anda bir şeylere inanmak bu. Ya da yorulup, pes edip kenarda geride kalanların seni beklemesini izlemesini en basit şekilde göstermek amacım. Bu hayat o çıkılamayacak gibi gözüken kovalardan çıkıldığında hak ettiği değere kavuşmaz mı?
Bütün mesele inanmaktan geçiyor
İşte bizlerin mücadelesi de aynen bu şekilde mesleği için, ekmeği için bıkmadan usanmadan kovadan çıkmaya çalışan fare misali çırpınmak... Belki de bu şekilde çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir mesleğimiz olacak. Belli noktalara gelen herkesin amacı tek olursa nihai hedefe ulaşıp sonuç almak o kadar kolay olmaz mı? Bütün mesele inanmaktan geçiyor. Elinizdeki gücün kudretinden ziyade onu kullanabilecek iradeye sahip olmaktır kovadan çıkmanın yolu. Belki de tek eksiğimiz budur! Bunu sorgulamak ve iradeyi ortaya koyacak zemini ve kişileri hazırlamak bizlerin asli görevi değil midir?
Eleştirilmek ya da özeleştiri yapabilmek en büyük erdemdir.
Eleştirilerin karşısında dikenlerini çıkarmak acziyetin ve kifayetsizliğin dışa vurumu değil midir? Gelinen nokta mesleğimiz için vahimdir. Geleceği görmek için de kahin olmaya gerek yok!
Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı aşikar. Eğer acilen bir şeyler yapılmazsa meslektaşlarımızın yarısı zorunlu olarak mesleği bırakmak zorunda kalacak. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok! Sorunlar belli, çözümler belli…
Peki neden netice alamıyoruz?
Tek eksiğimiz olan iradeyi ortaya koyabilecek yürekli, cesur seçilmişlerimiz olmadığı için.
Artık bıçak kemiğe dayandı ya hep birlikte kovadan çıkmak için mücadele edeceğiz ya da kendimize yeni bir ekmek kapısı arayacağız… Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi;
“Tohum ek, vermezse toprak utansın.”